O sırada paralel evrenlerden birinde.
Merhaba ben Järnstren Lindströmergaben.
Coğrafyam gereği İslamiyet’le uzaktan
yakından alakam yok. Ne olduğundan haberim bile yok. Hatta kuzeylilerin çoğu
hiçbir tanrıya inanmaz. Bizim buralar faşistiyle meşhurdur. Ben de ülkemin
eşsiz güzelliklerinden biriyim.
Black Metal dinleyerek büyüdüm. Normal
bir çocuktum. Adım sadece 6 kilise yangınına karıştı. Irkçılıktan sadece 3 kere
tutuklandım. Devlet malına zarar vermekten 2 kez yattım. (Burada ağlıyor.)
Arkadaşlarım zorbalık yaptıkları pederleri, hahamları gururla anlatırken ben
sadece onlara bakıp hayal kuruyordum. Bu kuzeyli, ırkçı biri için ne kadar
zordur bilirsiniz.
Normalde gerçekten aklımın ucundan
geçmez ama geçen gece en sevdiğim yarışma programı olan “Du slår en match.”
(Bir kibrit de sen çak.) izlerken altyazılarda bir haber gördüm. Adını duymadığım bir ülkede seçim olacakmış. Bananeydi ama Banka
hesabıma bilmediğim bir yerden bir para geldi ve nedense içimde kadim bir ateş
yanmış gibi hissettim. Babam Olven Lindströmergaben bahsetmişti. Ona da babası
Ulf Lindströmergaben bahsetmiş. Çok eski bir gelenek. Antik atalarımızdan hatta
çok daha eski, ta Odin’den beri süregelen bir görenek.
Hemen çatı katına koşup dedem Ulf
Lindströmergaben’den kalan eski kutuyu karıştırmaya başladım. Bir sürü eski
püskü çöp. Birkaç fotoğraf, bana yazılmış bir mektup ve bir kumaşa sarılmış
eski bir kitap buldum. Kitaplar bir faşistin en iyi dostudur. Onlardan tek bir şey öğrendim; çok güzel yanıyorlar. Neyse, kişisel zaaflarıma girmeden anlatmaya devam edeyim. Fotoğrafta dedem
ve dış güçler yan yanaydı. En sağda ise dünyayı yöneten beş aileden iki kişi,
dedem Ulf Lindströmergaben ile yan yanalardı. Kutuda bir onur nişanı ve
Lindströmergaben ailesine emanet edilmiş altın kibrit çöpü vardı.
Mektubu açıp okumaya başladım.
Göz yaşları içinde mektubu katlayıp zarfa geri tıktım. Hala ne yapacağımı bilmiyordum. Dedemin yazdıklarından bir şey anlamamıştım. En iyisi biraz herring turşusu yiyip birkaç bira içmekti. Ve biraz daha televizyon izlerim diye düşünmüştüm. Sonra en sevdiğim ikinci yayın reklam arasındayken gayyipten gelen bir ses duydum.
“EYYY KUZEY AVRUPA!”
N’oluyo lan! diye etrafıma baktım. Elim hemen çakmağıma uzandı. Bir şeyleri yakma dürtüm harekete geçti.
Ses kendini tekrarladı. “SEN KİMSİN YA!”
Neler oluyordu? Kim ne saçmalıyordu? Anlamadığım
bir dildi.
“HÜLOOOĞĞ!”
Bir zafer
çığlığı mıydı? Bir tür histerik durum muydu? Sonunda anlıyordum. Dedem Ulf Lindströmergaben’in
söylediği gibi, hiçbir şey anlamamıştım ama bir şeyler anladığım kesindi.
“BİZ YOKKEN MEMLEKETTE KÖFTE Mİ VARDIIII? BİZ YOĞURDUK BİİİZ!”
Dünyanın bir yerinde bir şeyler oluyordu ve bir Lindströmergaben olarak bu duruma kayıtsız kalamazdım.
En sevdiğim çakmağımı yanıma alıp dışarı çıktım. Birkaç papaz hırpaladım, birkaç fakir tekmeledim ama ses dinmedi. Demek ki çıtayı artırmalıydım. İsa heykeli kırdım ama nafile. Bir dükkandan hayır kutusu çaldım. Hayır. Hiçbir şey olanları etkilemiyordu. Ama dünyanın bana, Järnstren Lindströmergaben’e ihtiyacı vardı. Bir şekilde biliyordum.
“BEN EKONOMİSTİM.” diye ünledi ses kafamın içinde.
Aile lanetimiz... Tam bir çıkmazdaydım. Ses bir türlü
susmuyordu. Eve dönüp zencilerden nefret edecektim ki yolda amcamın oğlu Ingvar
Lindströmergaben’ı gördüm. Tam faşisttir. Ve teni bebek gibidir çünkü o kadar
ırkçıdır ki tüm siyah noktalarından tek seferde kurtuldu.
“Sesler?” diye sordu bana. Demek o da duymuş. E
ne de olsa o da bir Lindströmergaben.
“Akşamdan beri duyuyorum.” Dedim.
“Bir şey yapmalıyız.” Dedi Ingvar. “Şimdi de bir
yüzükten bahsediyor. Tek varlığı o yüzükmüş.”
“Gollum olabilir mi?”
“Sanmıyorum.”
“Sen o dili anlıyor musun?”
Umutsuz, başını salladı. "Anlamadığım bir his gibi."
Ona
yaptıklarımı anlattım. Hiçbir işe yaramadığından, dünyanın bir türlü bizim
istediğimiz gibi değişmediğinden bahsettim. Daha ne yapmalıydım? Tüm dünyanın
değişmesi için daha kaç kişiyi dövmeliydim? Bir kaç saat sonra Ingvar beni
dürttü.
“Yanlış yol izliyoruz.” Dedi “Sesleri araştırdım. Türkçe
diye bir dil.” Haritadan yerine baktık.
“Orta doğu diyor ama orta doğu değil.
Orta da değil, doğu da.”
“O zaman batı?”
“O da değil.”
“Siktir! Çıldıracağım.”
“VERİN YETKİYİ ŞU GARİBANA.”
"Ne diyorsun Ingvar?
“Vallahi ben demedim.”
“Acilen bir şey yapmalıyız Ingvar.
Vallahi ne demek lan?”
Oh Lucifer! Olanlara
karşı yapılacak bir şey olmalıydı. Ingvar yanından geçtiğimiz bir okulun camını
kırdı. Bir süre bekledik ama hiçbir şey değişmedi. Tam on dakika boyunca göçmen
bir kadını yüksek sesle gülerek birbirimize ittik, yine hiçbir şey değişmedi.
Aniden dedemin bıraktığı kitap aklıma
geldi. Dış güçler ve dünyayı yöneten beş aileden iki kişinin verdiği altın
kibrit. Ve Ringa balığı. Kuzeyli olduğum için günün çoğunda ringa balığı
haricinde bir şey düşünemiyorum.
Eve gidip beze sarılı o kitabı ve altın kibriti aldık ve nasıl olduğunu anlamadan kendimizi Türk konsolosluğunun önünde bulduk. Oraya nasıl gittiğimizi bile bilmiyorduk. Oh Lucifer! Büyü gibiydi.
Dedem Ulf boş bir kuzeyli değildi. Altın kibriti çakıp o kitabı yaktığımızda tüm her şey değişmişti. Tüm sorunlar bir anda bitmiş gibi rahatladık. Çünkü kitabı yakar yakmaz tüm dünyada öyle büyük bir uğultu başlamıştı ki o saçma sesi duymaz olmuştuk.
Babam Olven Lindströmergaben haklıydı. Dedem Ulf Lindströmergaben haklıydı. Onun dedesi ve onun dedesi. Tüm dedelerim ve onların dedesi olan Lindströmergaben’lerin hepsi haklıydı. Dış güçler ve dünyayı yöneten beş aileden iki kişi haklıydı. Haklı bile olsa bir sesi bastırmak için kalabalık ve daha bilinçsiz bir uğultudan daha müthiş başka bir şey yoktu.
Faşist ve mutluydum. Irkçılık ne kadar da harika bir şeydi. Amcaoğlu Ingvar ve ben artık
rahatça ringa balığımızı yiyebilirdik.
İkimiz tüm dünyayı değiştirmiştik.
İşte böyle. Biz ırkçı insanlar dünyanın neresinde olursak olalım hep böyle
iyilik için savaşıyoruz. Dünyayı kurtarıyoruz ama kimseye söylemiyoruz bile.
Järnstren
Lindströmergaben
/23271
Önemli Not: Irkçılık bir akıl hastalığıdır. Aynı fanatizm gibi.
Yorumlar
Yorum Gönder