Yalancı bir güneşin atında oturmuş
yeni hoodymin önündeki plastik baskıyı söküyorum. Kumaşa bir şey demiyorum,
rengi de güzel. Tam bir fiyat performans ürünü ama baskı o kadar dandik ki
tırnağı taktığın an elinde kalıyor.
Aslında basit bir pres işlemi. Ama
üretici firmanın tedarikçisi plastikten çalmış. Yahut karışımı tutturamamışlar.
Detayları konuşmanın bile maliyetin üzerinde etkisi olmalı. Maliyet demişken
üretici kısabildiği her şeyden kısmış. Kumaştan, iplikten, makina devrinden,
işçinin çayından, yemeğinden, hakkından, kendi ailesinin ihtiyaçlarından,
dükkanın mal sahibinden. Çok düşündük ekle maliyete elli lira daha. (Burada
bahsi geçen elli lira 5 ve katları olarak kısa süreler arasında değişkenlik
gösterebilir. Özünde hepsi aynı miktarı belirtrmektedir.) Muhtemelenden öte bir
hissiyat; bu kıyafetin üretildiği atölyede çalışanların çoğu kaçak göçmenler.
İnsan kataloğundaki her renkten işçi.
Moldovya’da başlayıp Nijer’de biten etten, fakir bir gökkuşağı gibi üretim
bandının üzerinde mutsuz, asılı…
Başlarındaki ustabaşı Spartacus
dizisindeki Syrian karakterinin tüm adiliğiyle doctore olduğu bir hal.
Bir tek kırbaç eksik çünkü 2023 yılında ne köleliği kardeşim? Hoodymin
baskısını yapan presin başında Somali’li Utambe var. Doctore söyler Utembe
yapar. Doctore patrondan aldığı üstün kimya bilgisiyle pres kapağının bir kez
ve hızlıca açılıp kapatılmasının plastiğin yapışması için yeterli olduğunu
düşünmüş olmalı. Patron bu klas hareketi çekerek zaman kavramına geçirmiş. Günlük
yüz yerine beşyüz baskı. Ona bu hoodyi üretmesi için iş veren adama geçirmiş.
Herkesi kaçak çalıştırdığı için SGK’ye, işyeri merdivenaltı olduğu için devlete
geçirmiş. Paketleme yok, oradan da itelemiş. Dağıtım 99 model motor seri
numarası değiştirilmiş bir dobloda yapılmış. Büyük ihtimal çalıntıdan kağıt
üzerinde perte çıkmış bir araçtı. Hızını alamamış olmalı. İrsaliye, fatura zaten
hak getire vergi dairesini sikiyor. Kıyafetin üzerindeki pahalı outdoor
firmasının baskısı da çakma. Markaya bile geçirmiş.
Kısaca anlayacağınız üç cuma
kaçırdığında dinin düştüğünü düşünen bu incelikli, hayırsever, ahlaklı esnaf
sikebileceği herkesi sikerek 3 kuruşa mal ettiği hoody’i bana 200 liraya okutmaya
çalışıyor.
Başka bir müşteriyle ilgilenirken bu
hoodyi ondan çaldım.
Şimdi kış güneşi ılık ılık suratımda
dans ederken üzerindeki baskıyı soyuyorum. Kavlamış boya kazımak, şişenin
çevresindeki etiketi sökmek, inşaat izlemek gibi anlamsız ama keyifli bir iş.
Üzerindeki yazıyı tamamen temizlediğimde belki üzerine kumaş boyasıyla A’sı
anarşikiş bir palyaço boyarım.*
* (Yapmadım. Üşendim. Eski baskıdan kalan ilk iki harfi bıraktım ve şimdi üzerinde NO yazıyor. Tam bir hayır işi oldu.)
“Şubatın ortasında güneşin ısısıyla
oturup bir şeyler yazmak gerçek bir lüks.” Diyor Hoody. “Kendini
şanslı saymalısın.”
“Şunu görüyor musun Hood? O bir
kanca. Onu bacağıma ben taktım. Zamanı geldiğinde Hood. Zamanı geldiğinde.”
“Ata sözleri böyle
kanıtlanmaz.” Diyor.
“Şu an dikeyiz Hood. Güneş tepemizde.
Zemin altımızda. Ama her şeyin tepetaklak olması sadece birkaç saniye sürer. Bunu uzun süredir biliyorum. Bilmeyenler de yakın zaman önce öğrendiler.
Tam bir trajediydi. Deneyimli bir ahir zaman insanı olarak trajedilere
aşinayım. Daha önce defalarca kızıp küfrettim. Daha önce defalarca unuttum.
Daha önce defalarca atlattım.
Bilmemem gereken çok şey biliyorum. Birileri sürekli bana dökülüyor.
Söylemediklerini gözlerim görüyor. Beynim noktaları bir araya getiriyor ve
voilà!
Karınca yığınının başına çökmüş bir çocuk gibi, büyük resmin dışından,
büyük resmi arayan hayalperest noktaları izlerken buluyorum kendimi.
Ve her şey çok kalitesiz. Acımız, gözyaşımız dahil. Herkes ucuz bir
hissin ucundan tutmuş, çekiyor ha çekiyor. Herkes hayatı pahasına o küçücük
parçasına tutunmuş aynı şeyi binlerce farklı yöne çekip duruyor. İnsalığım
esnedi Hood. Ve iyilik insanlık tarihi boyunca hiç bu kadar iyimser sikilmemiştir.
Biliyor musun, kendimizi içine sürüklediğimiz, kabullendiğimiz ve sonunda
normale dönüşen bu dandik çağın içinde dönüp duran kalpsiz birer kopyaya
dönüşeli çok olmadı.
Misal aynı senin gibi Hood. İki yıkama sonra rengin solacak ve dizlerime
kadar ineceksin. Aynı senin gibi, sadece birkaç yıl içinde kalitesizliğin tüm
dünyayı bir küf gibi nasıl sardığına tanık oldum. Bunu yediğim ekmekten,
izlediğim filmden, okuduğum şiirden, duyduğum fikirden, dinlediğim şarkıdan,
sokaklardan, şehirlerden, kullandığın masadan, ayağımdaki ayakkaptan, içtiğim
sudan, tükettiğim gezen tavuk yumurtasından, soluduğun havaya varana dek, her
hücremde hissediyorum Hood. Sen de bak.
Her şey çok kalitesiz çünkü katlanarak çoğalıyoruz. Birdik beş olduk. Bir
anda bir milyonduk, şimdi sekiz milyarız.
Hepimiz her şeyin sayılarla ilgili olduğunu anlayacak kadar holivud filmi
seyrettik. Büyük şehirlerde para kırıntısı kovalayarak hayat tükettik. Doğadan
uzaklaştıkça özümüze uzak yabani bir hayvana dönüştük. Şimdi neye
saldıracağımızdan emin değiliz. İnsanların dünyasında saldırgan hayvanları
uyutuyorlar Hood. Biz de uyutulacağız.
Daha önce defalarca uyutulduk.
Uyandığımızda bambaşka bir formda, sadece plastik yollarda yürüyebilen,
plastik okyanuslarda yaşayabilen, yiyeceklerini plastik kutulara koyup, suyunu
plastik şişelerden içen, sadece plastikle kaplanmış bir dünyada yaşayabilecek
steril orospu çocuklarına dönüşeceğiz.
Açık konuşmak gerekirse sevgili dostum, insan olası herhangi bir sondan kurtulacaktır. O hep başarır. Ama
‘insanlık’ bunu
başaramayabilir.
Evet geriye kalan o olacak; şu baştan ayağa kana bulanmış, içindeki
yırtıcı coşkuya zafer diyerek göğsünü şişiren o bilinçsiz, cahil ve kör… Ve
sağır. İnatçı ve hırslı. Bencil ve sahtekar.
O muktedir yok edici…”
/23272 - Balkon
Yorumlar
Yorum Gönder