Belediyenin bana yaptığı kötülüklere dayanarak kendimi kara-kedi ilan ediyorum.


Bugün, yani onyedi nisan ikibinyirmi yaşlandığımı hissettiğim günlerden biri ve bunu sağlayan belediyeye sonsuz… hiçbir şeyin olmadığını hatırlatırım. İnsan yaşlandıkça kendini tutmayı öğrenebiliyormuş demek.

İş çıkışı, eve yürüyordum. Normal zamanlarda da kulaklığımı takıp post-apokaliptik bir semtte yürüdüğümü hayal ederim. Normalde de hayalciyimdir. Fakat bugün bir şeyler farklıydı. Sokaklar boştu ve yanımdan yüzleri maskeli tipler gelip geçiyordu. Sokak lambaları henüz yanmış sanayi bölgesini daha da tekinsiz bir havaya bürümüştü. Yüzündeki o maske olmasa, yanımdan az önce geçen serserinin normal bir aile babası olduğuna yemin edebilirdim. Yahut köşede, yakuzayı andıran çekik gözleri ve yüzlerini kapatan 5 liralık, siyah, penye maskeleriyle dikilen tiplerin, normal zamanlarda o köşede minibüs bekleyen kaçak işçiler olduğunu bilirdim. Ama maske her şeye gizemli bir hava katıyor.

 

Peki ya ben? Kendimi başkasının gözünden düşündüm. Siyah, 5 liralık, detaylarına girmenin maliyetinin üzerinde sonuçlar doğuracak olan maskenin altından çıkan siyah sakallarım, üşüdüğüm için giydiğim, evdeki en kalın giyecek olan siyah hırkam, 55 liraya, ucuz olduğu için satın aldığım siyah deri ceketim… Ya işinden evine dönen bir vatandaş değil de çete üyesiysem? Ansızın kendimden emin olamadım.

 

(Bu kısmı Leonidas anlatıyor.)

 

Maskesini çıkartıp atmak istedi. Çünkü nefes alışını engelliyordu. Hırkasının başlığını geriye atmayı düşündü. Çünkü görüşünü engelliyordu. Sakallarını kesmeyi düşündü. Çünkü sadece tıraş olmaya üşendiği için sakal bırakmıştı. Telefonunu elinde sıkıca kavradı…

             

            (Tekrar ben.)

         Ama insanlar çok güvenilmez ve pis. Köşedeki yakuzalar öksürüyor ve aile babası kılığındaki serseri beni birkaç adım geçer geçmez maskesini kullanım kurallarına uymayan bir şekilde çekip yere tükürdü. Yani maskem suratımda kalacak.

 

Sub-Zero’yu artık daha net anlıyorum artık. İnsana elleriyle insanın kafasını omurgasıyla birlikte çıkarttıracak o öfkeyi... Öfkeli değilim, boğuluyorum... Maskenin içinde nefes almak gerçekten zor. Zavallı Sub-Zero, sürekli kendi ürettiği karbondioksiti solumaktan çıldırmış olmalı.

Uzun süre maskeyle dolaşınca delirebildiğiniz gibi uzun süre aynı yerde yaşarsanız belediyenin sürekli size kötülükler yapıp hayatınızı çekilmez kılmak için uğraştığını görebilirsiniz. Hangi partiden yahut kim olduğu önemli değil. Kurum olarak asli görevleri budur fakat bunu kendileri bile bilmez. Hiçbir yasa, hiçbir tüzük bu durumu yazmaz çünkü. Belki bu durum belediyenin suçu değildir bile. Uzun süre aynı yerde yaşayarak bu azabı kendinize reva görmüşsünüzdür kim bilir? Ama ben kolaya kaçıp suçu başkalarında arayacak kadar usta bir vatandaşım. Bu sayede sicilim tertemiz. Süt banyosundan yeni çıkmış varoş zenciyim.

“Tets ma petpır biç!”

 

Yakuzadan uzak bir yay çizerek parka doğru yöneldim. Burası yolumu üç dakika 20 saniye kısaltacak. Eskiden bu süre yaklaşık beş dakikaydı. Bu gelişmeyi de belediyenin bana yaptığı kötülükler listesine ekledim. O siktiğimin oto-parkını yaparken söktükleri dedemle yaşıt salkım söğüdü de; Arnavut kaldırımı denilen taş zemini, hükümet grisine dönüştürmelerini de unutmadım. Ama bugün yaptıklarının yanında hepsi minik kötülükler gibi kalır.

Parkın girişindeki, genelde Windows hata ekranı gösteren ışıklı bilgilendirme tabelasında bir yazı vardı. “Bilmem kaçıncı Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ı ölümünün 27.yılında saygı ve minnetle anıyoruz.” Fakat benim gördüğüm tek şey gözümün önünde hayvan gibi büyüyen,

27 yıl önceyazısıydı.



O günü hatırlıyorum. Atari salonunun kapısında boş boş oturmaktan sıkılmış aptal veletlerdik. 11 yaşında falandık. Otoban kenarından ilahiler, din dersinde öğrendiğimiz iki üç ilahi bitince popüler şarkılar söyleyip yürüyerek Topkapı’ya gitmiş, kalabalığın arasına karışmıştık. Çok kalabalıktı. Kur’an okunuyordu. Bir süre takıldık sonra sıkılıp atari salonuna geri döndük.

 

Daha sonra oraya tekrar gittik. Aynı tayfa. Aspi, Sarı Barış ben. Bu kez kimse yoktu. Orada geçen gün ağlayan işçi, sigortasız işine, cumhurbaşkanına minnetini gösteren çiftçi yerli tohum ekemediği tarlasına, devlet erkânı kavga etmeye geri dönmüştü.

Alanda iki anıt mezar vardı.

 

- “Biri Özal, diğerini tanımıyom.” Dedi Aspi. 11 yaşında bir çocuk için çok da önemli değildi. Hangi anıt “Özal” onu bile bilmiyorduk. Zaten biz oraya mezar ziyaretine gitmemiştik ki. Piramit gibi olan anıtın yola bakan kısmında yaklaşık iki metre yüksekliğinde, dik, açılı mermer bir duvar keşfettiğimiz için oradaydık. 

 

Bahar sıcağında oradaydık çünkü o mermer manyak kayıyordu.

 

Bir insanın 27 yıl öncesini hatırlaması gerçekten garip bir his. Bu adiliğini hiç unutmayacağım belediye.

 

İntikam aramıyorum ama seni sevmediğimi bilmeni istiyorum.

                                                                                                            /20174

Yorumlar